29 Kasım 2012 Perşembe

Öğretmen de neticede 657'ye tabi maaşlı kamu çalışanı


Öğretmen dediğin neticede 657'ye tabi maaşlı bir kamu çalışanı. İnsan onlar da.

Hanımlar, beyler öğretmenler gününde öğretmenlere yönelik yaptığınız yüceltmelerin altı boş. Ne yapmış devrimin öğretmeni Süleyman Hilmi Tunahan Hoca'nın yaptığını mı yapmş?
Nedir zamanımız öğretmenlerini kutsal yapan? Günü şaşmayan maaş karşılığında çalışmak mı? 
Bir öğretmen bir AKUT teknisyeninden daha değerli mi mesela?

Oldukça epik bir şiir dinledim az önce, "eyyyy!" diye başlayan bu şiirde öğretmen konuşuyor: Ben geleceği gören erdemli insan!
Ortalama zeka, dört yıllık lisans, neyi ölçtüğü bir türlü belirlenemeyen  bir sınav olan KPSS'yi geçme...
Bunlardan hemen sonra gelecekle ilgili kehanetler üretebilitesi oluyor insanın demek ki. Bir de nasıl erdem, nasıl erdem...
Bazıları işini hakkıyla yapar bazıları yapmaz. Bazıları fedakardır, cefakardır, sevgi doludur, iyilik severdir; bazıları değildir. İyi olan, fedakar olan, sevgi dolu olan öğretmen de olsa, doktor da olsa, mühendis de olsa, sizin bakkalın çırağı da olsa aynı özellikleri taşır ona göre davranışlar sergiler. Bu özelliklerin "öğretmen oldun diploması" ile birlikte yüklenildiğini mi sanıyoruz nedir?

Yukarıdaki yazıyı yazdıktan sonra bol mesajlı bir öğretmenler günü proramına katıldım. 
Birebir ilişkide öğretmenlere tırnağı kadar değer vermeyen idarecilerin riyakarlık akan "ellerinizi öperim"li konuşmalarından sonra iki emekli öğretmenin teşekkür belgeleri verilirken yaptıkları çıkışa bayıldım.
"Biz öğretmenler ne yüceyiz" edebiyatını yapmadan başörtülü emekli öğretmen " hala başörtülü çalışamadıklarını" bir diğer emekli öğretmen de "Eminönü'de yem bekleyen güvercin olmadığını" söyledi.
 Bu insanların protokol karşısında bu mesajları verebilmelerini törende yapılan bütün hamaset dolu konuşmalardan daha kıymetli buldum:


-Bana karşı başörtüsü üzerinden insan hakları ihlali yapıpıyor sonra da "şöyle yüce, böyle eli öpülesisin" diyorsun.
-Beni yüceltmene gerek yok, karşılığını aldığım işin hakkını veriyorum(ki bu bir erdem değil, herkes karşılığını aldığıişin hakkını vermeli). Ama "yem bekleyen güvercin" diye aşağılamana da izin vermem.

18 Kasım 2012 Pazar

Atatürk’ü özlemle anmak zorunda değilsiniz




10 Kasım sona erdiğine, herkes gerekli paylaşımı yapıp sosyal medyada Atatürk ile arasında kurmuş olduğu ilişkiyi açığa çıkardığına, özlemle anmalar sona erip günlük hayata döndüğümüze göre ben de artık iki satır yazabilirim bu konuda.

Bir eleştiri yazısına giriş yapmış bulunmaktayız ancak; bu eleştiri bildik yurdum Kemalist’inin kutsalına methiye dizmesine dair bir eleştiri değil. Bu zaten beklediğimiz ve artık kendi haline bıraktığımız bir durum.
Bu eleştiri zaruri olmadığı halde “-mış gibi” yapanların, “Hey herkes bana baksın, ben de seviyorum!” çocuksuluğuna bürünen koca adamların\kadınların eleştirisi .

Mesela Atatürk ile arasında hiçbir bağ olmayan ancak; canhıraş varmış gibi gösteren siyasetçiler. Kemalizm’den beslenmediğini bildiğimiz hatta bırakın beslenmeyi  Kemalizm karşıtı duruşundan bir kimlik edinmiş AK Parti’nin bazı siyasetçilerinin tavrı. İsmi ezberde kalmayan bu siyasetçilerin “Günü geldi, iki satır paylaşmak lazım.” tavrından bahsediyorum.

Sayın siyasetçi, siz partinizin önemli bir koltuğunu işgal etmediğinize göre, önemli günlerde mesaj verme sorumluluğunu kendinizde neden hissediyorsunuz? Neden kendinizi sözlerinize Anıtkabir’e gidenlerin yüzlerine taktığı maskelerden takmak zorunda bırakıyorsunuz? Lütfen bunu yapmak zorunda hissetmeyin, size oy vermiş kitlenin sizden bu tür bir mesaj beklediği falan yok. Bunu kitlenizin 10 Kasım’da Anıtkabir’in aslanlı yolunu arşınlamamış olmasından da anlayabilirdiniz. Samimiyet ölçer değiliz ama; aptal da değiliz. Bu yüzden pek seviyormuş, çok kıymet veriyormuş gibi yapmanız oldukça sevimsiz geliyor.

Bir diğer eleştiri de medyaya. Hadi bir kısım medya; televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında “Olmasaydın olmazdık.” yazısına yer verdi. Koç Holding reklamı ucuza getirmiş, malum medya da hem reklam hem mesaj diye bir taşta iki kuşu vurmuş. Durum bundan ibaret olsa “Bu bildiğimiz hikaye, üzerinde durulmasına gerek yok.” deyip geçerdik.

Ama efendim nedir muhafazakar medyanın bu reklama desteği?

Mesela Zaman Gazetesi arka kapağında bu reklama yer vererek kime hizmet ediyor? Bu gazeteyi, okuruna sorulsa hiç dolandırmadan “şirk” diye cevap verebileceği bir reklamı yayınlamak zorunda bırakan nedir?
Bir de haber siteleri var, her biri Müslüman kitleye hitap ettiğini iddia eden siteler. Bu sitelerdeki kafa karışıklığına ne diyeceğiz? Öyle ki günü 10 Kasım haberleriyle açtı bu siteler. Sadece haber mantığıyla yazılmış metinler olsaydı belki “Haber verme görevi yerine getirilmiş.” der geçerdik. Ama hitap ettiği kitle için hiç bir anlam taşımadığı halde “manevi huzurda saygı duruşunda bulunma” gibi ifadelere yer vermek, yine hitap ettiği kitle birçok konuda önder olarak görmediği halde “ulu önder\çok büyük önder” hitaplarını kullanmak bu sitelerin de samimiyetine gölge düşürdü.

Siyasetçileri, medyayı artık Atatürk’ü övmek zorunda olmadıklarına, zamanın o zorunda bırakılma zamanı olmadığına iknaya çalışırken zor bir zamanda Atatürk’ü övmek zorunda bırakılanlardan birinin bir sözü çıktı karşıma. Merhum Erbakan’ın kaldığı bu can sıkıcı durumda anladığım kadarıyla yine keskin zekası yetişmiş imdadına, övgü defterine aynen şöyle yazmış:

Aziz Atatürk. Bu millet yaptıklarını asla unutmayacak!