(Röportaj,10 Şubat 2013)
Terör Örgütü Lideri olduğu iddiasıyla 1998’de
gözaltına alınarak yargılanan ve müebbet hapis cezasına çarptırılan Salih
Mirzabeyoğlu kimdir? Mirzabeyoğlu’yu hapse götüren süreç nasıl işlemiştir? Hala
işkence görmekte midir? 28 Şubat dönemi mağdurlarından Salih Mirzabeyoğlu (İzzet Salih Erdiş) hakında merak edilen soruları “Salih Mirzabeyoğlu İçin Hukuk Platformu” üyesi Araştırmacı Yazar Selim Gürselgil’e sordum.
*Amerikalı yetkililer 1986 yılından beri Mirzabeyoğlu’nun yazdıklarını takip ediyor.
*Bazı siyasi suikastler, sansasyonel eylemleri hukuken olmasa da psikolojik olarak Salih Mirzabeyoğlu’nun üstüne yıkmışlardır.
*Telegramı ispatlamak, ancak devlet eliyle mümkün olabilir
1) Salih Mirzabeyoğlu kimdir? Neden hapistedir? Kısaca anlatır mısınız?
Salih Mirzabeyoğlu, “Yürüyen Büyük Doğu” olarak da bilinen İbda Fikriyatının kurucusudur. Büyük Doğu - İbda, basitçe, İslam esaslarına sımsıkı bağlı bir dünya görüşü, bir vasıta sistemdir. Salih Mirzabeyoğlu bu fikriyatın kurucusu, mimarıdır.
Neden hapiste olduğu sorusu ilginç ve bir o kadar da zor bir soru... 25 Ocak 1991 tarihindeki Körfez Savaşını protesto gösterilerini bilir misiniz? Yurt çapında, bir çok ilde, Cuma namazından çıkan halk, Amerikan ve İsrail bayrakları yakarken, polisle çatışmış, bir kişi ölmüş, çok sayıda kişi yaralanmış ve gözaltına alınmıştı. Bütün bu olayların sorumlusu Salih Mirzabeyoğlu sayıldı. Neden? Bu “neden”e cevap vermek çok zordur. Amerikalı yetkililerin 1986 yılından beri onun yazdıklarını takip ettiğini biliyoruz; belki ondandır.
Neticede Salih Mirzabeyoğlu ağır işkencelerden geçti o zaman ve tutuklandı. Sonra 28 Şubat dönemi gelince, her yerde gördükleri Müslümanlara saldırırken, onu dışarıda bırakacakları beklenmiyordu. 28 Şubat son derece planlı bir operasyondur ve sonunda Salih Mirzabeyoğlu’na uzanacağı tahmin ediliyordu. Neden?
Salih Mirzabeyoğlu, İbda Mimarı olduğu içindir. Bu benzeri olmayan fikir hareketini ortaya koyduğu içindir. Başka bir sebebi olamaz.
2) Mirzabeyoğlu’nu hapse götüren süreci anlatır mısınız?
Salih Mirzabeyoğlu’nu hapse götüren süreç, yukarıda değindiğim gibi, 1991 yılındaki Birinci Körfez Savaşı ile
başlamıştır. Mirzabeyoğlu, bu savaş başlamadan önce, çeşitli dergilere “Amerikan karşıtı” ifadeler içeren röportajlar vermişti. O gözaltına alınıp işkenceden geçirilince, süreç farklı bir şekilde işlemeye başladı. Onu seven bir gençlik zümresi, illegal eylemlere başladı. Daha önce yoktu böyle bir şey... Salih Mirzabeyoğlu işkencehanedeyken başladı. Sonra etki tepkiyi doğurdu ve giderek bu devam etti.
28 Şubat dönemine kadar, bu gençlik kesiminin illegal faaliyetlerinden Salih Mirzabeyoğlu’nu sorumlu tutmak, hatta sorumluluğu bırakın, bizzat onların lideri olarak yargılamak, hiçbir savcının, hâkimin aklına gelmiş bir husus değildi. Çünkü böyle bir vakıa yoktu. Salih Mirzabeyoğlu bu gençleri bizzat tanımıyordu ve onlarla hiçbir zaman bir arada olmamış, onların faaliyetlerine hiçbir yönünden katılmamıştı. Ne var ki, 28 Şubat dönemi gelince, onu bu konumda içeri aldılar. Zaten başka bir şeyle de suçlayamazlardı. Onu mahkûm etmek için tek tutunabilecekleri dal buydu.
Tabii işin bir başka yönü daha var. İllegal faaliyetler derken, bu gençlerin illegal faaliyetlerinde ölümle sonuçlanan ve kaba anlamıyla terör denebilecek bir şey yoktur. Ne var ki, hiçbir zaman faillerinin kim olduğu anlaşılmamış bazı “provokasyonlar” vardır. Bazı siyasi suikastler, bazı sansasyonel eylemler... Bunları hukuken olmasa da psikolojik olarak Salih Mirzabeyoğlu’nun üstüne yıkmışlardır. Psikolojik olarak sözünü lütfen yabana atmayın: Kamuoyuna Salih Mirzabeyoğlu bütün o sansasyonel hadiselerin de müsebbibiymiş gibi gösterilmiştir. Zaten bu yüzden 10-12 senedir, “Salih Mirzabeyoğlu gerçekten suçlu muydu, değil miydi?” diye bile kimse merak edememiş, dosyasına kimse el sürememiştir. Onu sanki “asrın teröristi” gibi lanse ettiler ve yıllarca herkes bu davaya yaklaşmaya korktu.
3) Mirzabeyoğlu ve arkadaşları 2000 yılında hapishaneye düzenlenen Noel Baba Operasyonu’nun da mağduru. O operasyonu ve sonrasında yaşanan mağduriyeti anlatır mısınız?
Salih Mirzabeyoğlu’na hapishanede bir linç girişiminde bulunacaklarını herkes tahmin ediyordu. Bu amaçla ilk defa 5 Aralık 1999 günü geldiler. O gelişlerinde silahsızdılar. Rutin koğuş araması yapacağız dediler, bir anda yüzlerce asker koğuşa doluştu. Coplarını çekip herkese vurmaya başladılar. Koğuştakiler de onlara cevap verdi. Sayıca beş on misli olmalarına rağmen, başaramadılar. Ve bunu “ağır bir yenilgi” olarak kabul ettiler. Tekrar saldırmak için 50 gün sonrasını, 25 Ocak 2000 tarihini seçtiler. Bu sefer ağır silahlar ve yakıcı gazlarla kuşanmışlardı. Sabahın köründe düşman kampını basar gibi koğuşa saldırı düzenlediler. Ortalık, gaz bombaları ve mermilerle bir anda gözgözü görmez bir cehenneme döndü. Koğuştakiler kendilerini ve Salih Mirzabeyoğlu’nu korumaya çalışıyor ve sadece tekbir getiriyor, slogan atıyor ve bu surette direniyorlardı. Akşama kadar sürdü operasyon. 10-15 civarında tutuklu mermilerle vuruldu. Sencer Kartal adlı genç şehid oldu. Aynı saldırıyı Bandırma
Cezaevi’ndeki İbda mensuplarına karış da yaptılar. Orada da Hasan Meriç adlı genç şehid oldu. Bu iki saldırıya, hem yılbaşının hemen ardından yaptıkları, hem de Batı Çalışma Grubu adına yaptıkları için “Noel Baba Operasyonu” adını verdiler.
Bu operasyonun Metris’teki ayağında en sonunda Salih Mirzabeyoğlu’nu ele geçirmişler. Ellerini arkadan bağlayp öldüresiye vurmaya başlamışlar. Çok ağır şekilde yaralayıp bırakmışlar. Bu şekilde ellerini arkadan kelepçeleyip Kartal Cezaevi’ne götürmüşler. Oranın girişinde de saldırmışlar. Ve sonra tek kişilik bir hücreye koymuşlar. İşte “telegram” denen olay, Kartal Özel Tip Cezaevi’ndeki bu tek kişilik hücrede başlıyor.
4) Mirzabeyoğlu’na idam cezası verilmişti. Bu hatadan nasıl dönüldü?
Mahkeme safahati çok kısa sürdü. Bu tür davalarda rekor sayılabilecek kadar. Hatta belki de siyasi davalar içinde Salih Mirzabeyoğlu davasının hiçbir örneği yoktur. En basit davalar bile yıllarca sürerken, o sadece 14 ay... 14 ay denince, üç ayda bir duruşma olduğuna göre, topu topu 4-5 duruşma... İlk duruşmalarda hâkim Sedat Karagül var. Onu birkaç duruşma sonunda görevden alıyorlar ve yerine Metin Çetinbaş’ı atıyorlar. Metin Çetinbaş, çıktığı ilk duruşmada kimlik yoklaması yapıyor, ikincisinde hüküm veriyor: İdam... Sonradan Metin Çetinbaş’ın 28 Şubat gizli brifinglerine katıldığı, Ergenekoncu olduğu da ortaya çıkıyor. Ama bu o zaman jet hızıyla sonuçlandırılıyor.
Bu hatadan dönülme diye bir durum yoktur. AB muktesebatınca idam cezası kaldırıldığı için, idamlıklar “ağırlaştırılmış müebbet”e çevrildi. Hepsi bu!
5)Mirzabeyoğlu hapse girdiği ilk günlerden buyana işkence gördüğü söyleniyor. Gerçekten işkence hala devam ediyor mu? Hapishane koşulları nasıl?
“Telegram” denilen bu işkence, 2000 yılı başlarından bu yana, tam 13 yıldır kesintisiz devam etmektedir. Zaman zaman yoğunlaşmakta, zaman zaman seyrelmektedir. Salih Mirzabeyoğlu bu işkencenin mahiyetini farketmiş, hatta ne olduğunu anlamak ve anlatmak için ciltlerce kitap yazmıştır. Fakat zaman zaman mukavemetinin çok dayanılmaz olduğunu biliyoruz. Mesela kısa bir süre önce gelen bir haberde “üç gün boyunca bana namaz kıldırmadılar” demiştir. Çok küçük bir hücrede, günde sadece bir iki saatliğine 20-30 metrekare bir havalandırmaya çıkabilmektedir. Bedenen ağır hasarları vardır. Hatta yürüyemeyecek kadar...
6) Telegram da Mirzabeyoğlu’na uygulandığı iddia edilen bir işkence yöntemi. Bu nasıl bir yöntem, anlatır mısınız? Mirzabeyoğlu’na hala bu işkence yapılıyor mu? Yapılıyorsa bunu ispatlamak mümkün mü?
Telegram, son derece komplike bir işkence yöntemidir. Bizim anladığımız kadarıyla, elektromanyetik dalgalar ve başka bazı vasıtalar kullanılmaktadır. Zihne sesler ve görüntüler yollanmakta, vücudun çeşitli bölgelerine yakıcı ve acı verici tazyikler uygulanmakta, uykusuz bırakılmakta ve bu sürekli biçimde devam etmektedir. Salih Mirzabeyoğlu, konuya ilişkin kitaplarında bu hususu uzun uzadıya ve ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Dünyada bu işkencenin tek kurbanı da değildir. Fakat nadiren yapılmakta olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü çok sayıda kurban olursa, çok sayıda feryad yükselir, o zaman dikkat çeker. Oysa bazı kişilere yapılınca, onların aklını kaçırdığı kolayca düşünülebilir. Zaten bu işkencenin uygulandığı bir çok kişi de yaşamamakta, ya canına kıymakta, yahut gerçekten aklını kaçırmaktadır.
Telegramı ispatlamak, ancak devlet eliyle mümkün olabilir. Çünkü –herhalde- bu seansların yönetildiği bir merkez veya merkezler vardır ve bunları da ancak devlet –isterse- bulup ortaya çıkarabilir. Bunun dışında, konu münferit olmadığı ve dünyada da örnekleri olduğu için, konunun uzmanı kimselerin yapacağı araştırma ve incelemeler de bazı müspet sonuçlara yol açabilir.
7)Başbakan, CHP Milletvekili Veli Ağbaba`nın verdiği TELEGRAM soru önergesine cevap vermeyi reddetti. bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bizim anlayışımız içindeki devlet adamı sorumluluğuna yakışmamıştır. Kamuoyu bu konuda açıklama bekliyor. Bu iş şöyledir, doğrusu böyledir. Efendim telegram vardır veya yoktur. Bunu Başbakan açıklamayacaksa kim açıklayacak? Başbakan yardımcısı? Hayır, o da yok... Bu konudaki sorular karşısında tık yok... Bu suskunluğun kaç türlü anlamı olabilir? A) Biz de işin içindeyiz, kurcalamayın. B) Ne olduğunu biliyoruz ama, konuşamayız, tehlikeli
mesele C) Bilmiyoruz, öğrenmek de istemiyoruz. Bizim umurumuzda bile değil... Hangisi?
8) “İşkenceye karşı sıfır tolerans…” ilkesi Mirzabeyoğlu için de işletilmedi mi?
“İşkenceye karşı sıfır tolerans” bir çok kişi için işletilmiyor... Veya kimseyi doğrudan suçlamayalım da şöyle diyelim: Sistem içinde işletilmesini engelleyen unsurlar bulunuyor... Sonuçta bu 100 yıllık bir devlet geleneği haline gelmiş... Üzerine tam bir ciddiyetle gidilmeyince, kolayca sökülüp atılamıyor. Üzerine tam bir ciddiyetlede gidilmiyor, onu da belirtmek lazım... Yoksa imkân mı var yapılabilsin?... Kötü olan “açığa çıkan işkence” sayılıyor; “açığa çıkmadıysa”, rahvan gitsin...
9) İşkence konusunda nerelere başvurdunuz, ne tür girişimlerde bulundunuz?
Salih Mirzabeyoğlu’nun şahsen başvurduğu hiçbir makam ve şahıs yoktur. Hatta bugüne kadar revire bile çıkmadğı ve bir aspirin dahi yazdırmadığı biliniyor. Onun adına, işte kamuoyu nezdinde çeşitli girişimlerde bulunuluyor. Bir vicdan sesi oluşması ve bu sesi de yukarıdakilerin duyması bekleniyor.
10) Avukatları tarafından dava AİHM’e götürüldü. Bir sonuç çıktı mı?
Bizim bildiğimiz kadarıyla bir AİHM başvurusu değil de, AİHM başuru girişimi sözkonusu olmuştur. Sonuç alınamayacağı anlaşıldığı için sürdürülmemiştir.
11) Salih Mirzabeyoğlu 28 Şubat mağduru, müebbet hapis cezası almış. Mirzabeyoğlu ve diğer 28 Şubat mağdurlarının mağduriyetleri nasıl giderilecek?
Bu konu önemli bir konudur. 28 Şubat Sürecinde büyük bir facia yaşandı. Bu faciayı geriye dönük olarak düzeltme şansı ne yazık ki yoktur. Ne var ki, halen süren zulüm ve haksızlık derhal durdurulabilir.
Sadece Salih Mirzabeyoğlu değil, bir çok kişi halen 28 Şubat mağduru olarak cezaevlerinde. İbda Mensupları arasında bir çok isim var bu konumda. Mesela 15-20 yaşlarında bir genç, bir birahanenin camına bir taş atmış, yakalanmış. 28 Şubat Sürecinden önce 3 yıl, 5 yıl cezayla yargılanıyordu. 28 Şubat Süreci ve “brifing”ler, DGM ziyaretleri başlayınca, hemen iddianameleri değiştirildi. Bu sefer işledikleri suçtan değil, “anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs” suçundan yargılanmaya başladılar. Dolayısiyle idam aldılar, müebbet aldılar. Halbuki attıkları bir taştır; ne ölüm, ne gasp, hatta ne yaralama... Bizim bu durumda bir çok arkadaşımız var hapiste. 18 yıldır yatanlar var: Cihad Özbolat, İsmail Uysal, Eyüp Ethem Köylü gibi...
Sonra İbda davası dışında bir çok Müslüman da var. Mesela sağlık durumu da iflas etmiş bir Metin Kaplan örneği var. Bu örnekle bir şey hatırlayalım: 28 Şubat döneminde çok sayıda “uydurma örgüt” davası açılmıştır Müslümanlara yönelik. Adam orada mesela Kelam diye bir dergi çıkarıyor, onu çıkaranları “Kelam örgütü” diye içeri tıkıyorlar. Böyle çok sayıda örnek vardır. Hatta hatırlayın: Bazı illerde cemaatleri bile “silahlı örgüt”ten içeri atmaya çalıştılar: Mesela İsmail Ağa Cemaati, Gülen Cemaati falan “silahlı terör örgütü” olmaktan dolayı hapsi boylamalarına ramak kalmıştı. Çok sayıda mağduriyet yaşandı ve yaşanıyor. Mahallesindeki kadınlara Kuran dersi veriyor diye karakola çağırılıp hesaba çekilen sıradan ev kadınları vardır. Hatta sadece Müslümanlar değil: İşte Ahmet Kaya, Pınar Selek, andıçlanan gazeteciler, onlar da 28 Şubat hukuksuzluğunun kurbanlarıdır. Bunların acilen düzeltilmesi gerekiyor...
12) 28 Şubat sürecinde yapılan zulümlere yönelik hak arama mücadelesinin görüldüğü bir dönemde sıra ne zaman Mirzabeyoğlu’na gelecek sizce? Ya da gelecek mi?
Salih Mirzabeyoğlu, 28 Şubat mezaliminde prototiptir. İlk önce ele alınması gerekir. O ele alındıktan sonra görülecek ki, gerisi çorap söküğü gibi gelir. Düğümün ucu ondadır.
Tabii bunu yapacak kimselerin de öncelikle iyi niyetli ve bunun yanında cesur olmaları gerekir. Yoksa oturduğun yerden 28 Şubat’a atıp tutumanın bir anlamı yok. 28 Şubat geçti, gitti; geçmişe dokunabilmek mümkün mü? Halbuki bugün “devam eden bir 28 Şubat” var; bir Salih Mirzabeyoğlu var; ondan ne haber?
13) F-tipi hücrelerin tecrit merkezi olduğunu düşünürsek bu tür hapishanelerin kapatılması gerektiğini düşünüyor musunuz?
F Tipi Cezaevlerini savunanlar, hatta inşa edenler, dünyanın başka ülkelerinde de bu tip cezaevleri olduğunu söylüyorlar. Yalnız burada bir dolandırıcılık var: Batı’da insanlık suçu işlemiş ağır derecede canilere, sapıklara, manyaklara uygulanan tecrit, Türkiye’de “siyaset suçu”ndan tutuklanan herkese uygulanıyor. Mesela “parasız eğitim isteriz” diye pankart açan öğrenciye uygulanıyor, mesela 14 yaşında tutuklanmış Yakup Köse’ye uygulanıyor... Düşünebiliyor musunuz? Şimdi F Tipinde tecrite tabi tutulmak için bir suçtan hüküm giymeye gerek yok; herhangi bir şekilde tutuklanmanız yeterli... F tipi zaten tecrit amacıyla yapılmış bir cezaevi... Başkalarının azılı katilleri ıslah ettikleri veya cezalandırdıkları şartlarda, bizde önüne gelen herkes tutulabiliyor. Mesela Batı’da bir hücresi vardır adamın; akşamları orada yatar. Ama gündüzleri kapısı açılır, diğer mahkumlarla bir arada bulunur. Buradaki F tiplerinde öyle bir şey
yoktur. Yalnızlaştırma esastır. Yavaş yavaş, günden güne kişiyi ruhen ve bedenen çökertme ve yok etme amacı vardır.
Evet, F tipleri çok kötüdür ve çok kötü biçimde kullanılmaktadır. Fakat iş bütün hukuk sistemiyle alakalı. Tutukluluk halleriyle, yargılama süreleriyle, suçlama ve mahkum etme biçimleriyle, her şeyiyle zulüm üreten bir yapı var. Ve F Tip cezaevklerindeki tecrit de bu zulmün bir parçası!
14)Mirzabeyoğlu Kemalizme yaranma adına verilen bir kurban mı?
Kemalizme yaranma adına mı, başka birilerine mi, cevap vermek zor. Çünkü bundan birkaç sene önce, henüz Van Minüt sözkonusu değilken, bir İsrailli yetkilinin demeci çıktı Türk basınında... Noel Baba Operasyonu’ndan sonra, İsrailli yetkililere giden Türk yetkililerin, Salih Mirzabeyoğlu için, “merak etmeyin O’nun dişlerini söktük” dediklerini anlatıyordu. İngilizce’de “dişlerini sökmek” deyimi olmadığı için, “dişlerini çekmek” olarak anlamışlar ve çok gülmüşler bu deyime... Başka yerlere de bu tür raporlar verildiyse, talep doğrudan onlardan geldiyse, bilmiyoruz orasını...
Belki söylediğiniz şey, bugün için doğrudur.
15)Mirzabeyoğlu’na “Kafa Konforumuzu Bozan Adam” diyorsunuz, ne demek bu?
Kafa konforumuzu bozan; “bizi fikir ıztırabına davet eden” anlamında... Düşünmeyen insan rahat ve mutludur. Uçurumlar ve tehliker görmek düşünen insan içindir. Salih Mirzabeyoğlu, uyumadan önce okunacak kitaplar yazmıyor. Salih Mirzabeyoğlu okuyucusunu fikir çilesine davet ediyor.
16) Mirzabeyoğlu- Necip Fazıl ilişkisini nasıl tanımlarsınız? Bu bir halef-selef ilişkisi mi?
Necip Fazıl’ın 40 yıllık Büyük Doğu Mücadelesi içinde sık sık yükselttiği bir ses vardır:
“Ey genç adam neredesin?”
“Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı”
Ve bu minvalde, onlarca defa yazmıştır. Salih Mirzabeyoğlu’nun çıkardığı Akıncı Güç dergisini görünce de, o zaman yadığı Ortadoğu gazetesinde (1979) “Müjdelerin Müjdesi” başlıklı bir yazı-duyuru yayınlatmıştır. Bu duyuruda Akıncı Güç dergisinin baştanbaşa Büyük Doğu destanı olduğu gibi ifadeler kullanmıştır. Bu yazıdan sonra Salih Mirzabeyoğlu ve arkadaşları Üstad’ın yanına gitmişler ve Üstad’ın vefatına kadar da onunla olmuşlardır. Bilindiği gibi, bu tarihlerde Büyük Doğu yayınlanmıyordu. Üstad’ın “Rapor” adını verdiği broşürler yayınlanıyordu. Ve bu broşürler “Necip Fazıl ve
Yeni Dostları” şeklinde imzalanıyor, onlarda Üstad’ın yanında Salih Mirzabeyoğlu da yazıyordu. O günlerle ilgili Salih Mirzabeyoğlu bir çok şey anlatmış, hemen hemen her eserinde Üstad’ın bizzat söylediği sözlerine yer vermiştir.
İşin bu hikaye tarafından sonra, fikrî ve ruhî nisbet yönüne geçebiliriz: Büyük Doğu – İbda bir fikir ve aksiyon mektebidir. Bu mektebin manevi önderi Esseyyid Abdülhakîm Arvasi Hazretleri, fikrî temellendiricileri de Necip Fazıl ve onun halefi ve talebesi Salih Mirzabeyoğlu’dur. Büyük Doğu – İbda “İslama Muhatap Anlayış”ın dünya görüşünü örgüleştirmiştir. Necip Fazıl bu dünya görüşünün nasıl tarafını, ruhunu, metodunu, Salih Mirzabeyoğlu ise niçin tarafını, aksiyonunu, idealizmini getirmiştir.
17)Mirzabeyoğlu’nun 6 ciltlik “Tilki Günlüğü” kitabı ilginç bir kitap, kitabı okuduğu halde anlamadığını söyleyenlerin sayısı bir hayli fazla, anlamanın yolu nedir?
Tilki Günlüğü tarihin belki de en gizemli romanı... Bunu abarttığımızı düşünmeyin: Çünkü bu roman, yayınlandığı ilk yıllarda öyle olaylara konu olmuştur ki, anlatılır gibi değil... Yabancı istihbarat servisleri kitabın üzerine eğilmiş, polis sorgularında mutlak sorulardan biri hep Tilki Günlüğü olmuş, hatta Jitem “bu kitabı nasıl anlayacağız” diye adam kaçırmıştır. Daha bir çok şey... Daha yayınlanmadan, bazı sayfalarının polis operasyonunda kaybolması ve o sayfaların kitap basıldığında da eksik olması da cabası... Onunla, olması gerektiği gibi edebiyat çevreleri değil, saki kriminal bir hadiseymişçesine istihbarat servisleri ilgilenmiştir.
Tilki Günlüğü’nün kendisi Türk edebiyatına büyük bir eleştiridir de... Türk edebiyatının çürüklüğünü ve nihayet yokluğunu gösteren bir ayna gibidir. Çünkü –yukarıda anılan – fırtınalar koparken edebiyat çevreleri Tilki Günlüğü’ne el sürmeye cesaret bile edememiştir. Eleştirmenler, ona ayna olacakları, onu okuyucuya gösterecekleri yerde, o eleştirmenlere ayna olmuş ve onların yokluğunu göstermiştir. Başka bir dilde, başka bir kültür ikliminde, daha güçlü bir edebiyat çevresinde ortaya çıksaydı, Tilki Günlüğü olduğundan çok daha fazla konuşulur, tartışılırdı; ve özellikle kriminal bir olaymış gibi karşılanmazdı. Halbuki şu an Salih Mirzabeyoğlu’nun maruz kaldığı telegram işkencesinde materyal olarak kullanılıyor Tilki Günlüğü; seminerlerde, panellerde tartışılmak yerine...
Tilki Günlüğü, her şeyden önce bir dil hadisesidir. Kâinatın kelimeler halinde lugatta toplu olduğunu gösteren bir eserdir. Türk dilinin köküne kadar yapılan bir yolculuktur. Bu anlamıyla bütün
dillerin de... Çünkü bütün diller bir dildir, bir dilin açılımlarıdır – Tilki Günlüğü işte bunu gösteriyor.
Tilki Günlüğü’nü her okuyucu kendi kültürüne, hayat tecrübesine göre, şu veya bu biçimde anlayabilir. Tilki Günlüğü okunup geçilecek bir kitap değil; hayatın içinde hep yeniden bakılacak bir başvuru kaynağı, bir başucu eseri... Bilindiği gibi, bir hadiste, “İnsanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar” uyurulmuştur. Tilki Günlüğü, işte bu uyku halinin, bu uyku halinde görülen rüyaların ve yaşanan maceraların bir tabirnamesidir. Bir rüya tabirnamesir. Bir dünya tabirnamesidir. Bu anlamıyla her okuyucusunun içinde kendini bulacağı, her vesileyle yeniden hatırlayacağı, yeniden bulacağı bir eserdir. Tilki Günlüğü bir bakıma, okuyucusuyla var olan bir eserdir.
Tek cümlede özetlenebilecek roman mantığı olarak basit: Salih Mirzabeyoğlu’nun, Üstad Necip Fazıl tarafından kendisine yazılacağı söylenen “takdim yazısı”nı arama ve bulma macerası... Üstad Necip Fazıl’ın ona, “bir takdim yazım olacak, bütün hüviyetin görünecek” dediği, ama o takdim yazısının ne olduğun belirtemeden vefat ettiği şartlarda; Salih Mirzabeyoğlu’nun takdim yazısını arayışı ve “ben kimim?” davasına girişinin hikayesidir. Ama toplam olarak sadece o kadar değil: Okuyucusunun da kendini arayışının ve kendi “ben kimim?” sorusu etrafında kendi “egoloji – ben bilgisi” davasına düşüşünün rehberi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder