Üniversiteli olmak için sınavlar girmiş adaylar şimdi bir tercih
döneminden geçiyorlar. Yıllara yayılan bir emek söz konusu, bekledikleri eşiğe
geldiler. Bir liste yapacak ve birçok seçenek içinde kendilerine (ya da
puanlarına mı demeli) uygun bir üniversiteye\bölüme yerleşip “perde!”
diyecekler ve hayat başlayacak. Yani beklentiler bu yönde. Ancak aslında
bakarsanız onların önlerinde sadece iki seçenekli bir tercih listesi var. Ya
üniversiteye yerleşecekler ya da Bastiani Kalesine.
![]() |
Photo: Alamy |
Bastiani Kalesi, otoyol kenarına kampüs kurmuş bir kent
üniversitesi değil; bir askeri sınır
kalesi. Yo hayır, askere göndermiyorum öğrencileri. Hâlâ eğitim dolayısıyla
askerlik tecili geçerli, panik yok.
Bastiani Kalesi Tatar Çölü romanının
geçtiği mekan. Romanda Bastiani kalesi; şehirden
adeta tecrit edilmiş bir bölgede, bir işe yarayacağından umudun kesildiği bir
askeri kale. Oraya atanan askerler, kendilerini bitmek bilmeyen bir “hiçbir şeyin”
içinde buluyorlar. “Hiçbir şey” dediysem yemek var, içmek var, uyku var ve
nöbet, sayım gibi askerlik pratikleri var. Ancak bu hiçbir şey ifade etmeyen
bir rutine dönüşüyor. O rutin içerisinde askerlerin yaptığı tek şey umut etmek.
Bir askerin umacağı şey: bir savaş. Kaleye, sınırında bulunduğu Tatar Çölü’nden
bir saldırı olacak; Tatarlar ile bir savaş çıkacak; işe yaracaklar ve hayatları
anlam bulacak. Bu umutlu bekleyiş kaleye gelenleri kalede tutup onları en
verimli yaşlarını orada geçirmeye ikna ediyor.
Bekliyorlar, beklerken
yaşlanıyorlar. Kimisi emeklilik yaşına dayanıyor beklediği olmuyor, kimisi
romanın baş kahramanı Giovanni’ye olduğu gibi sıkıntılar içinde beklerken
hastalanarak yatağa mahkum oluyor.
Bekliyorlar. Bir şey olmuyor. Aslında çok uzun
zaman sonra bir savaş çıkıyor ama bu, ömrünü kalede bekleyerek tüketmiş sayısı
belli olmayan nesiller için bir anlam ifade etmiyor.
Aday öğrenciler Tatar Çölü romanını yaşama ihtimali ile
karşı karşıyalar. Aslında sadece öğrenciler değil, hepimiz hayatımızın farklı dönemlerinde bu
ihtimalle karşı karşıyayız. Hepimiz içinde bulunduğumuz Bastiani kalemizde
kendi yazgımız olduğunu sandığımız hayatı yaşıyor ve bir gün çıkacak savaşın
umudunu taşıyor olabiliriz. Herkesin içinde bulunduğu sistemi/rutini kendi
Bastiani Kelesi kabul edilebilir.
Geçici olarak girdiğimizi sandığımız o sevmediğimiz işler,
öylesine evlendiğimiz adamlar/kadınlar, belki bir gün terk edip köyüme dönerim
diye içinde yaşadığımız şehirler ve işte
puanımız yettiği için gittiğimiz üniversiteler
birer Bastiani Kalesi.
Aday öğrencilerin çoğu hayatlarında ilk defa bir Bastiani
kalesi eşiğindeler. Bu yüzden onlara Tatar Çölü romanından bahsetmek diğer tüm
Giovannilere bahsetmekten daha önemli. Romanı bu gün açıp, bulunduğunuz bağlamda okursanız belki de bir yönüyle size
der ki; seçeceğiniz ya da seçtiğiniz üniversite ve bölüm sizi bir beklemeye
hapsetmesin.
Biliyoruz ki sistem ve tabii toplum eğitim tercihlerimiz
için çoğu zaman bize söz hakkı tanımama eğiliminde; hangi bölüm popüler,
hangisi mezuniyet sonrası en kısa sürede iş vadediyor ve tabii hangisi puanımıza
göreyse onu seçmemiz bekleniyor. Bu
beklentiler, sayısı canımızı fena acıtacak kadar çok öğrenciyi istemediği bir
üniversitede istemediği bir bölümde okumak zorunda bırakıyor. Okuyoruz. Okuyor,
ezberliyoruz. Bir umut içinde, bir şeyler değişecek diyoruz. Belki seveceğim,
okul bitince farklı olacak, işe başlayınca alışacağım, hiç olmadı emekli olunca
tüm acılarım son bulacak. Olmuyor. Belki çok az bir istisna dışında bu
gerçekleşmiyor. Biz başka hiçbir şey yapmadan kampüs kafe\kalelerinde
bekliyorken Tatarlar o çölden gelmiyor, savaş çıkmıyor.
Sevdiğimiz o alanı istediğimiz o üniversitede okumak için
tercih yapsak, mezun olunca çok iyi yapmaya çabalayacağımız o işi öğrensek, istediğimiz
bölümü okumasak bile hatta hiç üniversite okumasak bile kendimize “iyi”
olduğunu düşündüğümüz o yolu çizsek, birinin vereceği o imkanı beklemeden kalksak
ve o imkan için gayret etsek, anlamsızlık ve değersizliğin biteceği o günü
beklemeden anlamı her ana, her yaptığımıza katsak… Galiba o zaman Bastiani
kalesi tercih listemizin dışında kalır.
Kimsenin bulunduğu konumda umutsuzluğa düşmesi için yazılmadı bu
yazı; sadece miskin bekleyişlere, boş avuntulara bir itiraz için yazıldı. “Kalk
ve Allah’ın inayeti ile yap!” demek için.
Gençliğinin son demlerinde Tatar Çölü’nü okuyanların çoğu
gibi ben de “Keşke 17 yaşımdayken biri bu kitabını bana hediye etseydi.” dedim.
Etrafımızda 17 yaş civarında, hele de üniversite öğrencisi olmaya aday gençlere
birer Tatar Çölü romanı hediye etsek, belki Giovanni’lerin sayısı bir nebze
olsun azalır. Büyük bir iddia mı? İddia değil, sadece temenni.