8 Ekim 2012 Pazartesi

Atatürk heykelleri neden büyüyor?

23 May 2012'de Dosdoğru Haber'de yayınlanmıştır



Bu sene alışılmışın dışında kutlama etkinlikleriyle bir 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramının daha sonuna geldik (“Atatürk’ü anma” kısmını unutmayalım. Sonra birilerinin gazabına uğrarız falan.) Danıştay 19 Mayıs’ın stadyumlarda kutlanmasını sonlandıran kararı iptal edince aman demiştik, yine kuşluk vakti atlet, şort içerisinde kule tepesinde kuzeyden esen soğuk rüzgarlara maruz kalarak bayram kutlayacak çocuklar.
Üzülmüştük.
Neyse ki yanılmışız. Çok yetkili birileri Danıştay’ın iptal kararından sonra madem öyle işte böyle deyip alternatif kutlamaları hayata geçirdi. Sempozyumlar ve Kürtçe, Çerkesçe, Boşnakça, Arapça gibi dillerde şiir dinletisi benim en faydalı bulduğum etkinliklerden ikisiydi. Akşam uyumadan önce Kurtlar Vadisi izleyip sabah kör milliyetçiliğe uyanan gençleri düşünün bir, gençlik bayramında bu etkinlikler faydalı mı değil mi bana hak vereceksiniz.

Bu güzel etkinliklerin yanı sıra yurdumuzun çeşitli illerinde yine eskisi gibi lise bahçelerinde kutlamalar yapıldı ve okul müdürleri inkılap tarihi ünitelerinden alıntıladıkları (Ne alıntısı, kendilerine ait bi “sevgili öğrenciler” kısmı olurdu.) yazılarını uzun uzun okudu. Yine kimse bir şey anlamadı ve yine öğrencilerden bazıları dinliyormuş gibi yapıp içinden şarkı söyledi.
Ve bir de Taksim’de bir grup “Önce saygı duruşu olsun da sonra mı çelenk koyalım, yoksa çelenk koyalım da saygı duruşuna öyle mi geçelim?” tartışması yaşadı. Çelenk de koyuldu, saygı duruşu da yapıldı ama; anıta çelenk koymanın ve bir dakika (Çoğu zaman 1 dakika sürmediği halde neden 1 dk. diye kendimizi kandırıyoruz acaba?) hareketsiz, sessiz duruşun anlamını kimse sorgulamadı yine. Belki görev icabı orda olup da içinden bir Fatiha okuyanlar vardır. Onlar affetsin.

Eskisiyle yenisiyle etkinlikler sürerken bir de açılış töreni yapıldı 19 Mayıs’ta. Artvin Atatepe’de bir vakıf tarafından yaptırılan 22 metre yüksekliğindeki Türkiye’nin en büyük Atatürk Heykeli’nin açılışı. Vakıf başkanının açılış töreni sırasında gözyaşlarına hakim olamadığı bu heykelin postalının yanında, kutlama yapmaya gelmiş insanlar küçücük kalıyordu. Gazetelerde yanında küçücük insanlarla o heykelin fotoğraflarını görünce aklıma İzmir’deki Atatürk Dağı geldi. İzmir’e gittiğimde yakınlarından geçerken bir an devrilip yuvarlanacak da hepimiz altında kalacağız zannetmiştim, ödüm kopmuştu.
Abartıyor muyum? Tamam, okul bahçelerindeki büstler ve meydanlardaki heykellerden alışığız ama; ebatların giderek büyümesi dikkatimizi çekti. Sayının büyümesiyle birlikte ebatların da büyümesinin mutlaka bir anlamı olmalı.

Diyorum ki acaba insanların fikirleri anlamakta zorlanması, zorlanınca boşluk hissetmesi ve doğan bu boşluğu doldurma çabası mı? Hani savunulan fikirlerin zoraki uygulamaya dökme çabasının sonuç vermemesi. Değişen düzende bu fikirlerin sol göğsün üzerinde taşınacak kadar kıymetli ve faydalı olmadığının farkına varılması durumu. Bu fikirlerin herkesi mutlu etmediği hatta mutlu etmediklerine ayrıca zarar verdiği gerçeğini görmeye başlama. Bunlara rağmen bu fikirlere devasa değer biçme inadının kırılmaması ve bu inatla, doğan boşluğu var gücüyle doldurma çabası.


Evet evet, işte fikirlerin boş bıraktığı yeri dolduranın, çoğu zaman fikirlerin soyutluluğuna inat somut simgeler olmasına yurdumuzdan örnekler. Hatta yurdumuzdan somutun en somutu olma yolunu açan görme duyusuna hitap eden örnekler.

Acaba diye başladım ama şimdi oldukça açıklayıcı geliyor: Evet, devasa Atatürk heykelleri devasa fikir boşluğunu doldurma çabasından doğan somutlardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder