Okulu bitirir bitirmez kendini piyasanın ortasında ne yapacağını\yapması gerektiğini pek bilemeden bulan gençler için yazılmış bir hikaye bu. Formalitelerle işleyen üniversite mekanizması “mekanı gör, staj defterini ‘yapsaydık iyi olurdu’ dediklerinle doldur, yetkili imzaları attır, stajını tamamla” basamaklarını pek sevdiği için mezun olurken birkaç farklı staj tamamlamış olanının bile son komediye de katılıp kepini attıktan sonra sudan çıkmış balık oluvermesi kaçınılmaz.
Sudan çıkmış balık sürecini asgari ücretle 6 gün mesai koşulları altında çalışmayı kabul ederek atlatanın, iskeletini tahta sıraya sabitleyip
“balığın tırmandığı kavak” bahsini dinleyerek geçirdiği ortalama 16 yıldan sonra ömrünün geri kalanını nasıl 6 ayda bir zammımı yüksek tutabilirim kaygısı ile süsleyebilir. İş arkadaşlarıyla her gün 8-5 harbini gerçekleştirip rekabet, hırs, entrikanın dibine vurabilir. Her sene özgeçmişine yeni bir madde ekleyerek bir sonraki iş başvurusunda özgeçmiş pazarlama taktikleri üzerinde çalışabilir. Kalıplara girip eğitilirken ilmi ıskalamıştır, piyasa standartlarına göre yaşarken de hayatı ıskalayabilir.Bir de anne\baba ise çocuklarına ayıracağı zamandan çalıp, çocuklarını hakkına girebilir. Sömürülüp, hırpalanabilir….
Erkek ya da kadın, bir tas çorba, yarım ekmek ayakta kalabilen organizmanın derdi nedir ki, bu hikayeyi sudan çıkmış balık kısmından alıp en çok para en iyi mevkii kısmına ulaştırmak için savaşır? Kısa bir ömürde ebediyeti kazanma sorumluluğunda kıymeti ala yılları bozuk para gibi harcar? Cevap için hikayeyi daha ayrıntılı yeni bir okumaya tâbi tuttuğumuzda yer yer “Daha kaliteli yaşam!” sloganını yakalayabiliriz. Bir zor soru daha: Yaşamı kaliteli yapan nedir?
Mesela ofisinden çıkarıp başını, Afrika’da ağlayan çocukları duymaya çalışmayanın yaşamı kaliteli midir? Alnını dayayıp cama bir yerlerde aynı anda zulme uğrayan hiç tanımadığı biri için dertlenmeyenin? Ya da yürürken sokakta tüm günahlar içinde kendi günahını seçip göğsü daralmayanın yaşamı kaliteli midir? Muhtaçla paylaşılmamış bir mal yığını üzerinde yükselmiş yaşam gerçekten kaliteli midir? Sadece şahsi fayda verebilen yaşam gerçekten kaliteli midir? Davası olmayan yaşam gerçekten kaliteli midir? Şüphesiz ki buraya kaliteli yaşam algımızı sorgulayacak ve bizi köşeye sıkıştıracak daha pek çok soru ekleyebiliriz. Ancak buna lüzum yok. Bu acıklı hikayedeki tüm sorulara cevap olacak kaliteli yaşamları hatırlayarak bitirmek en güzeli olacaktır.
Allah Resulü’nün mübarek hayatına bakalım:
Resullüllah mescidinde fakirlere yardım yapıyordu. Elindeki erzaklar mescide gelen son fakir de payını alınca bitti. Ancak uzaklardan bir bedevi koşarak geldi, çok ihtiyacı olduğunu söyleyen bedeviye erzak kalmamıştı. Bunun üzerine Efendimiz onu dükkanların bulunduğu yöne yönlendirerek istediği dükkandan ihtiyacını almasını ve dükkan sahibine de “Mal benim, borç Resulüllah'ındır! Ödemeyi Resulüllah yapacaktır.” demesini söyledi. Adam sevinçle çarşının yolunu tuttu.
Allah Resulü, varını yoğunu paylaşmıştı. Muhtacın ihtiyacını karşılamak için malını,vaktini, enerjisini, sarf etmişti. O ümmetinin dertleriyle dertlenmiş, kendi nefsine dönüp bakmamıştı bile. Şüphesiz ki “kaliteli hayat” O’nun hayatıyla en iyi örneğini bulmuştu.
Ümeyye b. Halef'in kölesi Bilâl’in hayatı nasıldı?
Ümeyye b. Halef, Bilâl'in müslüman olduğunu anladıktan sonra, onu İslâm'dan çevirmek için yapmadığı eziyet kalmamıştı. Öğlen vakti güneşinin bir har olduğu saatlerde Bilâl'i alır, kızgın kumların üzerine yatırır, sırtına kocaman bir taş koyar:
"Muhammed'e küfret; Lat ve Uzza'ya iman et." derlerdi.
Bilâl'in bu dayanılmaz işkencelere rağmen dudaklarından dökülen sözler şunlardı: "Allahu Ahad, Allahu Ahad", Onun bu durumu, müşrikleri bile hayrete düşürürdü.
Bilâl, nasıl geçinirim, nasıl yaşarım derdiyle müşriklere boyun eğmemişti.. O, hüküm sahibi Allah’ın rızkını da nekadar yaşayacağını da belirleyeceğine inanmış Dünya hayatının çıkarlarından ötürü hayatına kıymet katacaklardan vazgeçmemişti. Tüm eziyetlere sabretmişti Bilal, kaliteli yaşamıştı.
Kur’an-ı Kerim Hizmetine Vakfedilmiş Bir Hayat var: Süleyman Hilmi Tunahan
Süleyman Hilmi Tunahan bir ilim aşığıydı. Tevhid-i Tedrisat kanunu ile medreselerinin çalışamaz duruma geldiği bir zamanda kendi deyişiyle “mebus maaşı kadar” para vererek talebe bulmaya çalışmıştı. Kur’an öğrenenein başına iş gelcek korkusu taşıdığı zamanlarda talebe bulmak için kimi zaman çiftlik kiralamış , kimi zaman Toroslar’da mandıracılık yapmış, kimi zaman da araba kiralayarak şehrin içinde talebe aramaya çıkmıştı. Müderrislerin başka işlere yönelmesini önlemek için onlara “Efendiler; hocalık bir meslek, bir ekmek teknesi değildir. Hocalık; Allah’ın, Rasûlullah’ın, kitabullahın ve dîn-i celîl-i İslâm’ın tebliğ memurluğudur.” demişti.
Süleyman Hilmi Tunahan, hayatını bir güzel davaya vakfetmiş, kendisine verilen ilmin paylaşmak için elindeki tüm imkanlarını kullanmıştı. Onun talebelerine ayırdığı her dakikası hayatına kıymet katıyordu. Ve kıymetli olan elbette kaliteli de oluyordu.
Bir Güzel İnsan Rachel Corrie’nin hayatı

Çocukluğundan beri din ya da ırk benzeri bir ayrımda bulunmadan yer küre üzerinde zulme uğrayan insanlar için, açlıkla kıvranan çocuklar için atmıştı kalbi Rachel’in. 23 yaşına geldiğinde arkasından çekiştiren şahsi zevklerini önem sırasında en altlara iterek yıllardır çocuk ağlamasının en yüksek sesle duyulduğu Gazze’ye gidip orada zulme karşı dimdik durmuşken, zalimlerce canına kıyılmıştı. Rachel’in 23 yıllık kısa hayatının kalitesine paha biçilemezdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder