3 Ekim 2012 Çarşamba

Güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?



    Nisan, doğmak için güzel bir ay. Nisan ayı bahar aylarının en güzeli. Ne yaz harareti var ne kış soğukluğu. Ilık üfleyen bir rüzgârı var (İklim değişikliği göz ardı edilmiştir. Bahsettiğim çocukluğunuzdaki Nisan) Vukuatı azdır ama en az Eylül kadar pembe gülüşlü kız çocuklarına isim olmayı hak ediyor.

   Bir de Sevgili’nin doğumudur ya. Belki oradan bir benzerlik yakalama çabasıyla ayrıca sevilir.
İşte böyle güzelliklerle ilişkilendirip anlamlandırmaya çalışıyorum doğum günlerini. Yoksa sadece doğduğumuz gün olarak çok da anlamlı gelmiyor. Şöyle açıklayayım. Malum, bir yas geleneği vardır. Her kültürde farklı ritüelleri olan bir gelenek. Bir yakının, bir sevdiğimizin öldüğü gün siyah bir gündür. Herkesin mutsuz olduğu gün. Haddimizi aşıp nesnelere, sayılara, hayvanlara uğursuzluk atfettiğimiz gibi bir de ölüm gününe uğursuzluk atfederiz. Suçlarız. Oysa ilk günün de suçu vardır ölümde son gün kadar ve ikinci ve üçüncü günün de. Çünkü “bütün günlerin ölüme gittiğini, son günün vardığını” dikkatli bakınca görebiliriz.

   O zaman doğum günleri en fazla hayatımızdaki diğer günler kadar kıymetli hale gelmez mi? Başlangıcı MÖ 3000 yıllarına dayanan, ilk adımını Mısırlı bir firavunun attığı doğum günü kutlamaları anlamını yitirmez mi? Belki sadece bir şükür vesilesi olarak kalır. Biz hiçken\ yokken bize varlık veren, beden giydirip dünyaya gönderen Allah’a şükür. Yoksa şaşaalı bir “BEN doğdum”  kutlamasına değil.

   Ölümden bahsetmişken, mezarlıkların ve hastanelerin ölüm fikrine yaklaştırdığını söylerler hep. Henüz mezarlık ziyareti yapıp tefekkür etme adeti edinemedim maalesef ancak; yolum sık sık hastanelere düşer. Geçen hafta yine bir hastane ortamında ölüm fikriyle didişir buldum kendimi. İtiraf edeyim epey hırpalıyor. Ne de olsa bir Müslüman olarak eksik yaşayan, hatalarla iç içe olan insanlarız. Hesap günü mahcup olmaktan endişelendiğimiz için evet, ölümden de korkarız. Bir de yaşayıp da deneyimleme şansımız olmadığından tam açıklayamıyoruz nasıl bir süreçten geçeceğimizi. Ham olmaktan herhalde bu konuda ayetlerin ifade ettiklerini de tam anlamıyla idrak edemiyoruz. Bu yüzden belirsizlikten gelen bir korku hali de bürüyor bizi. İşte bu korku içinde terapötik bir etkisi olsun diye onun korkutucu bir son, bir karanlık olmadığına dair bir güzel insan Necip Fazıl ne demiş bir bakayım dedim.

Ruhum öz dünyasına kaçmak için gayrette;
Yalan dünyaya şimdi inmiş gibi hayrette. (1982)

Sabah akşam öğlende,
Aklım büyük şölende. (1978)

Bu dünyada renk, nakış, lezzet, ne varsa küsüm;
Gözümde son marifet, Azraile’e tebessüm. (1978)

Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber? (1978)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder